Duygusal Direnç
Genellikle yedi tane temel duygumuz olduğu söylenir; neşe, öfke, üzüntü, korku, şaşkınlık, küçümseme ve tiksinti. Bunları da hoş, nahoş ve nötr olmak üzere üç ana gruba ayırırız. Şimdi hangilerinin hoş hangilerinin nahoş duygular grubunda olduğunu düşünmeye davet ediyorum sizi.
Hoşumuza gitmeyen duyguların kalabalıklığı dikkatinizi çekmiş olabilir. Evet, doğru, yedi temel duygudan beş tanesi; öfke, üzüntü, korku, küçümseme ve tiksinti rahatsız edici duygu olarak tanımlanır. Yani yedi temel duygunun beş tanesinin duygularımızın hoş olmayan tarafında yer alması ne anlama geliyor sizce? Susan David, duygusal çeviklik kitabında bu durumun bir anlamı olması gerektiğini savunur.
Verdiğimiz en büyük tepkilerden biri zor durumlarla baş etme kapasitemize bir darbe vuran yok saymaktır. Bir duyguyu görmezden geldiğimizde, o duygu yok olmaz, aksine çok daha büyür. Yani halı altına süpürmek işe yaramaz. Duyguları soyut ve önemsiz kavramlar olarak görme eğiliminiz varsa, duyguların aslında somut veriler olduğunu, içinde sizin için bazı yönlendirmeler ve notlar olduğunu bilmeye ihtiyaç duyuyor olabilirsiniz. Bir iletiniz vardır. Bu iletiyi şimdi açmazsanız, benzer mesajlar almaya devam edersiniz.
Şöyle düşünmek hoşumuza gider, “ben duygularımı kontrol edebiliyorum” “olumluya odaklanıp, olumsuzu ardımda bırakabiliyorum”. Hayır, bunu yaptığınızı zannediyorsunuz. Duygular önce sanki kontrol sizdeymiş gibi davranır fakat sonra beklemediğiniz bir yerde karşınıza çıkar. Mesela, bir dostunuzla tartışmışsındır. Orada ortaya çıkan duyguları içinize atmışsınızdır. Belki tadımız kaçmasın diye belki de kendini ifade etmenin yaratacağı zihinsel gerginlikle baş edecek gücü o anda kendinde bulamadığınız için. Sebebi her ne ise, bu yaptığınız bir süreliğine hiç bir şey olmamış gibi devam etmenizi sağlar. Fakat bir gün arkadaşınızla beraber keyifle vakit geçirdiğiniz bir anda kendinizden beklemediğiniz o sözler ağzından dökülüverir. Gelen duygular artık yok sayılacak gibi değildir. Durum da öyle. Duygularınız beklenmeyen şekilde yoğun ve şaşırtıcıdır.
Duygularınıza kulak vermek demek; neden yara aldığını, nereden yara aldığını, neye sevindiğini, neyin iyi geldiğini ya da neyin iyi gelmediğini bilmek demek. Onun bilgeliğinden faydalanmayıp, olumsuzu ardında bırakarak, ileriye doğru gidemezsiniz. İçine atmak öyle bir şeydir ki, düşünmemek için çaba sarfettiğiniz her an, giderek egemenliğini ilan eder. Carl Jung’un dediği gibi “What you resist, persists.” Direndiğiniz şey devam eder. Sadece varlığını sürdürmeye devam etmez, aynı zamanda köklenir ve büyümeye devam eder.
Veya Susan David’in TEDx konuşmasında söylediği gibi; “Olumsuz bir duygunun gitmesini mi istiyorsunuz? Ölmüş bir insanın dileğine sahipsiniz demektir. Sadece ölmüş insanların kalbi kırılmaz, üzülmezler, stres olmazlar…Olumsuz duygular hayatın gerçeği. Rahatsız hissetmek, anlamlı bir hayat yaşamanın bedelidir bir yerde..”
0 yorum